Kartalkaya bizi bekler...
Sunday, December 28, 2008
Erkekler neden yemek yapmalı
Yemek yapmayı sevmem, harcanan vakte acırım. Damak zevkine düşkün değilimdir, beslenmek için yerim. Bu işin hapla halledileceği asr-ı saadeti umutla beklerim. Ancak modern zamanlarda yemek yapabilmek hayati öneme haizdir.
Erkeklerin yemek yapması için ilk akla gelebilecek neden kendi kendine yeterli, sağlıklı bir hayat sürdürebilmektir. Omlet-Makarna ikilisi arasına sıkışıp geri kalan zamanlarda pide-kebap söyleyerek ömür geçmez. İlk zorlukları (salça/yağ oranları, soğanın ne kadar sürede "öleceği" vb.) atlattıktan sonra yemek yapmanın aslında sanıldığı kadar zor bir iş olmadığı ve efora değeceği görülür. İnternet çağında tarif konusunda zaten sıkıntı yoktur.
Yemek, temizlik gibi temel ihtiyaçlarınızı karşılarsanız yaşamınızı paylaşacağınız kişi için kriterleriniz daha insani olacaktır. Artık altınızı pışpışlayacak birini değil, kafa denginizi arayacaksınızdır. Uzun vadede huzurun anahtarı budur.
Eğer evli veya bir bayanla birlikte iseniz yemek yapabiliyor olmanız hemen her gün ekip çalışmasının zevkini çıkarabileceğiniz bir meşgale sağlayacaktır. Erkeğin "ben bütün gün çalışıp para kazanıyorum, onun işi daha hafif" diyerek mutfaktan kaçınması tembellikten ve bencillikten başka birşey değildir. Yemeğin zahmetine değil, ekip ruhuna konsantre olun. Eğer eşinizle birlikte zaman geçirmek size cazip gelmiyorsa o ayrı, o zaman zaten daha ciddi sorunlarınız var demektir.
Her ne kadar yemek işini angarya olarak görsem de yukarıdaki nedenlerden ötürü yemek yaparım, herkese de öneririm. Mütevazi mutfağımızın ürünlerini Yemeklerimiz bloğundan takip edebilirsiniz.
Afiyet olsun.
mp3: Monty Python - Always Look on the Bright Side of Life
Erkeklerin yemek yapması için ilk akla gelebilecek neden kendi kendine yeterli, sağlıklı bir hayat sürdürebilmektir. Omlet-Makarna ikilisi arasına sıkışıp geri kalan zamanlarda pide-kebap söyleyerek ömür geçmez. İlk zorlukları (salça/yağ oranları, soğanın ne kadar sürede "öleceği" vb.) atlattıktan sonra yemek yapmanın aslında sanıldığı kadar zor bir iş olmadığı ve efora değeceği görülür. İnternet çağında tarif konusunda zaten sıkıntı yoktur.
Yemek, temizlik gibi temel ihtiyaçlarınızı karşılarsanız yaşamınızı paylaşacağınız kişi için kriterleriniz daha insani olacaktır. Artık altınızı pışpışlayacak birini değil, kafa denginizi arayacaksınızdır. Uzun vadede huzurun anahtarı budur.
Eğer evli veya bir bayanla birlikte iseniz yemek yapabiliyor olmanız hemen her gün ekip çalışmasının zevkini çıkarabileceğiniz bir meşgale sağlayacaktır. Erkeğin "ben bütün gün çalışıp para kazanıyorum, onun işi daha hafif" diyerek mutfaktan kaçınması tembellikten ve bencillikten başka birşey değildir. Yemeğin zahmetine değil, ekip ruhuna konsantre olun. Eğer eşinizle birlikte zaman geçirmek size cazip gelmiyorsa o ayrı, o zaman zaten daha ciddi sorunlarınız var demektir.
Her ne kadar yemek işini angarya olarak görsem de yukarıdaki nedenlerden ötürü yemek yaparım, herkese de öneririm. Mütevazi mutfağımızın ürünlerini Yemeklerimiz bloğundan takip edebilirsiniz.
Afiyet olsun.
mp3: Monty Python - Always Look on the Bright Side of Life
Sunday, December 21, 2008
Farklar
Derya ile milyon tane ortak yönümüz var. Ender farklarımız da mevcut. Farklar hakkında fikir sahibi olmanız için aşağıdaki iki anıyı sunuyorum:
Ben 7 yaşlarındayken babamla birlikte okula doğru yürüyorduk.
Ben: İnşallah öğretmen hastadır da bugün ders olmaz.
Babam: Hmmm. Öğretmenin başına iyi birşey gelse de dersiniz öyle iptal edilse daha güzel olmaz mı?
Ben: Hmmmmmm... Öğretmenime piyangodan para çıkmış olsun, o da derse gelmesin.
Babam: Bak bu daha iyi.
Derya da benzer yaşlarda iken namı Çorum sınırlarını aşmış babaannesi ile arasında şöyle bir konuşmanın geçtiği rivayet edilir:
Derya: Babaanne bugün derse gitmek istemiyorum. Umarım öğretmene ikramiye çımıştır da okulu ekmiştir.
Babaanne: (sinirli bir ses tonuyla) Niye çıhıyomuş?!
Derya: ....hmmmm... Peki hasta olmuş olsa?
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Ben 7 yaşlarındayken babamla birlikte okula doğru yürüyorduk.
Ben: İnşallah öğretmen hastadır da bugün ders olmaz.
Babam: Hmmm. Öğretmenin başına iyi birşey gelse de dersiniz öyle iptal edilse daha güzel olmaz mı?
Ben: Hmmmmmm... Öğretmenime piyangodan para çıkmış olsun, o da derse gelmesin.
Babam: Bak bu daha iyi.
Derya da benzer yaşlarda iken namı Çorum sınırlarını aşmış babaannesi ile arasında şöyle bir konuşmanın geçtiği rivayet edilir:
Derya: Babaanne bugün derse gitmek istemiyorum. Umarım öğretmene ikramiye çımıştır da okulu ekmiştir.
Babaanne: (sinirli bir ses tonuyla) Niye çıhıyomuş?!
Derya: ....hmmmm... Peki hasta olmuş olsa?
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Thursday, December 18, 2008
Çocuk deneyi sonucu
Neris'le yapmayı planladığımız deneyi gerçekleştirdik. Deneyi iki kez tekrarladık. Birincide çikolata kullandık ve Neris'in odanın içinde hareket etmesine izin verdik:
İkinci deneyi birinciden 3 saat sonra yaptık. Bu sefer Neris'in en sevdiği sakızları kullandık ve sandalyede oturmasını istedik.
Sonuç olarak Neris beklediğimizden dayanıklı çıktı. Kumaş iyi.
Bayaa uğraştırdı beni bu video işi. Kamera videoyu bilgisayara mpeg-2 olarak aktarıyor. Movie Maker ile açtığımda sadece ses track'ini tanıyor. Ulead Video Studio ise sadece görüntü track'ini görüyor!
Ben de Movie Maker ile sesi audio dosyası olarak kaydedip sonra sesi Ulead'e ekledim. Geri kalan kesip biçme, yazı ve efekt ekleme işlerini Ulead ile yaptım. Ancak Ulead ile video süresini kısaltmayı beceremedim, son cut işlemini yine Movie Maker ile yaptım. Son olarak da Google video'ya yükledim. Velhasıl 5 dakikalık video 1 saat uğraştırdı.
İkinci deneyi birinciden 3 saat sonra yaptık. Bu sefer Neris'in en sevdiği sakızları kullandık ve sandalyede oturmasını istedik.
Sonuç olarak Neris beklediğimizden dayanıklı çıktı. Kumaş iyi.
Bayaa uğraştırdı beni bu video işi. Kamera videoyu bilgisayara mpeg-2 olarak aktarıyor. Movie Maker ile açtığımda sadece ses track'ini tanıyor. Ulead Video Studio ise sadece görüntü track'ini görüyor!
Ben de Movie Maker ile sesi audio dosyası olarak kaydedip sonra sesi Ulead'e ekledim. Geri kalan kesip biçme, yazı ve efekt ekleme işlerini Ulead ile yaptım. Ancak Ulead ile video süresini kısaltmayı beceremedim, son cut işlemini yine Movie Maker ile yaptım. Son olarak da Google video'ya yükledim. Velhasıl 5 dakikalık video 1 saat uğraştırdı.
Monday, December 15, 2008
Guidelines on Writing a Philosophy Paper
Guidelines on Writing a Philosophy Paper:
The High-Res Society:
You'll usually begin by putting some thesis or argument on the table for consideration. Then you'll go on to do one or two of the following:"Intelligence and capability are not enough. There must be the joy of doing something beautiful." - Dr. G. Venkataswamy
o Criticize that argument or thesis
o Offer counter-examples to the thesis
o Defend the argument or thesis against someone else's criticism
o Offer reasons to believe the thesis
o Give examples which help explain the thesis, or which help to make the thesis more plausible
o Argue that certain philosophers are committed to the thesis by their other views, though they do not come out and explicitly endorse the thesis
o Discuss what consequences the thesis would have, if it were true
o Revise the thesis in the light of some objection
Don't begin with a sentence like "Down through the ages, mankind has pondered the problem of..." There's no need to warm up to your topic. You should get right to the point, with the first sentence
The High-Res Society:
Startups seem to go more against the grain, socially. It's hard for them to flourish in societies that value hierarchy and stability, just as it was hard for industrialization to flourish in societies ruled by people who stole at will from the merchant class. But there were already a handful of countries past that stage when the Industrial Revolution happened. There do not seem to be that many ready this time.
Saturday, December 13, 2008
Gücüksu Hikayeleri
Geçmişte (1950'ler) köy yaşantısı içine kapalı ve kendi kendine yeterli imiş. Arazi bakir ve su bol olduğu için 1'e 125 oranında ürün almak normalmiş. Bugünlerde oran 1'e 20 civarında. Verim düşüşünün sebebi ilkel tarım ve aşırı sulama.
Göksun'da ise tarım, dolayısı ile refah iyi durumda değilmiş çünkü su seviyesi yüzeye yakın olduğundan (o tür topraklara cimiz deniyor) bataklık imiş. Gücüklüler için Göksun'a gitmek önemli birşey değilmiş. Sonradan kanallarla sular azaltılıp Göksun'un verimi arttırılmış.
Çok az şey satın alınırmış. Satın alınanlar: Zeytinyağı, kumaş, şeker, tuz. İkinci Dünya Savaşı döneminde onlar da karneye bağlıymış.
Kışa girmeden önce her aile et ihtiyacı için özellikle verimden düşmüş ineklerini keser, etlerini kurutur, yöh (Çeçen sucuğu) gibi ürünlere dönüştürürmüş. Hayvanın içyağı tuzlanır ve kış boyu yemeklere lezzet vermesi için kullanılırmış. İçyağı hayvanın iç organlarını koruyan ince yağ tabakasıdır, kuyruk yağı ile karıştırmayınız.
Turşu yapılırmış ancak sirke olmadığından ekşitme işlemi nohut, üzüm gibi malzemelerle gerçekleştirilirmiş. Sirkesiz nasıl olabildiğini hala anlamış değilim.
Patatesler yere kazılmış ve içi çamurla sıvanmış kuyulara (bir çeşit gömülü küp) konurmuş. Patateslerin arasına saman serpilirmiş. Sanırım nemi almak ve yastıklama için.
Annem siskil severmiş. Siskil mısır unundan yapılmış ekmeğin süte doğranmasıdır. Beyaz un ancak varlıklı insanların evinde olurmuş. Diğerleri buğdayın vahşi hali olan koyu renki ve sert çavdar ekmeği yaparmış. Bildiğimiz buğdayın tohumunu ekersen vahşi hali olan çavdar bitiyormuş, enteresan. Bal da yine varlıklıkların evinde bulunan, bayramlarda tatlı olarak ikram edilen bir ürünmüş.
Anne ve babamın çocukluğunda bilinmeyen şeylere örnekler: Domates, patlıcan, portakal
Haftada bir cuma günleri banyo yapılırmış. Cuma günü herkes temizlenir ve en iyi kıyafetlerini giyip namaza gidermiş. Tabi namazın akabinde hazır o kadar Çeçen bir araya gelmişken eski defterler açılır ve adet olduğu üzere kavga edilirmiş(!)
Köye adını veren Gücüksu deresi (gözden çıkıyor):
Köyün kazadan, beladan korunması için her yıl ilkbahar başlangıcında kurban (hayrat) kesilir. Maddi durumu elverenler katılıyor, etler tüm köylüye dağıtılıyor. 2007 yılındaki hayrattan görüntüler:
Bonus: Yanyurt (Gücüksu dağının yan cephesi)
Göksun'da ise tarım, dolayısı ile refah iyi durumda değilmiş çünkü su seviyesi yüzeye yakın olduğundan (o tür topraklara cimiz deniyor) bataklık imiş. Gücüklüler için Göksun'a gitmek önemli birşey değilmiş. Sonradan kanallarla sular azaltılıp Göksun'un verimi arttırılmış.
Çok az şey satın alınırmış. Satın alınanlar: Zeytinyağı, kumaş, şeker, tuz. İkinci Dünya Savaşı döneminde onlar da karneye bağlıymış.
Kışa girmeden önce her aile et ihtiyacı için özellikle verimden düşmüş ineklerini keser, etlerini kurutur, yöh (Çeçen sucuğu) gibi ürünlere dönüştürürmüş. Hayvanın içyağı tuzlanır ve kış boyu yemeklere lezzet vermesi için kullanılırmış. İçyağı hayvanın iç organlarını koruyan ince yağ tabakasıdır, kuyruk yağı ile karıştırmayınız.
Turşu yapılırmış ancak sirke olmadığından ekşitme işlemi nohut, üzüm gibi malzemelerle gerçekleştirilirmiş. Sirkesiz nasıl olabildiğini hala anlamış değilim.
Patatesler yere kazılmış ve içi çamurla sıvanmış kuyulara (bir çeşit gömülü küp) konurmuş. Patateslerin arasına saman serpilirmiş. Sanırım nemi almak ve yastıklama için.
Annem siskil severmiş. Siskil mısır unundan yapılmış ekmeğin süte doğranmasıdır. Beyaz un ancak varlıklı insanların evinde olurmuş. Diğerleri buğdayın vahşi hali olan koyu renki ve sert çavdar ekmeği yaparmış. Bildiğimiz buğdayın tohumunu ekersen vahşi hali olan çavdar bitiyormuş, enteresan. Bal da yine varlıklıkların evinde bulunan, bayramlarda tatlı olarak ikram edilen bir ürünmüş.
Anne ve babamın çocukluğunda bilinmeyen şeylere örnekler: Domates, patlıcan, portakal
Haftada bir cuma günleri banyo yapılırmış. Cuma günü herkes temizlenir ve en iyi kıyafetlerini giyip namaza gidermiş. Tabi namazın akabinde hazır o kadar Çeçen bir araya gelmişken eski defterler açılır ve adet olduğu üzere kavga edilirmiş(!)
Köye adını veren Gücüksu deresi (gözden çıkıyor):
Köyün kazadan, beladan korunması için her yıl ilkbahar başlangıcında kurban (hayrat) kesilir. Maddi durumu elverenler katılıyor, etler tüm köylüye dağıtılıyor. 2007 yılındaki hayrattan görüntüler:
Bonus: Yanyurt (Gücüksu dağının yan cephesi)
Thursday, December 11, 2008
Çocuklarla deney
Çocukların değişik davranış özelliklerini ortaya çıkaran ve gelecekte nasıl insanlar olabileceklerine dair ipuçları sunan deneyler çok ilgimi çeker. Örneğin Child of Our Time belgeselini severim. İlgimin bir nedeni çocuklarla deneylerin insan davranışlarını en yalın halde gözler önüne sermesi sayesinde kendimi tanımam, karakter özelliklerimin - özellikle de sorunlarımın - kaynağını anlamam. Diğer nedeni ise araştırmacı/öğrenmeci kişiliğim.
Derya ile kendi çapımızda deneyler yapalım dedik ve kurban olarak da Neris'i seçtik:
...ve marshmallow deneyi ile başlamaya karar verdik.
Deneyi Derya yapmalı, çünkü ben yaparsam Neris bana hayran olduğu (!) ve dediklerimi başkalarına kıyasla genellikle dinlediği için sabrını test etmiş olamayız. Ayrıca deney çocuğun normalde yaşadığı ev ortamında değil, başka bir ortamda yapılmalı. Deneyi bizim evde yapmayı planlıyoruz, tamamlandığında sonuçları paylaşırız. Güncelleme: Deneyi yaptık.
Güncelleme (10 Ocak 2012) [The willpower trick]:
* Yüksek bir yerden düşme refleksi
* Aynada kendini tanıma. Yaş grubu: birkaç aylık
* Empatiyi ölçme, farklı duyguları algılama
Derya ile kendi çapımızda deneyler yapalım dedik ve kurban olarak da Neris'i seçtik:
...ve marshmallow deneyi ile başlamaya karar verdik.
"Who would ever guess that a brief observation of a four-year old alone with a marshmallow would be an excellent predictor of college entrance exam scores — twice as good a predictor as IQ test scores?"
Deneyi Derya yapmalı, çünkü ben yaparsam Neris bana hayran olduğu (!) ve dediklerimi başkalarına kıyasla genellikle dinlediği için sabrını test etmiş olamayız. Ayrıca deney çocuğun normalde yaşadığı ev ortamında değil, başka bir ortamda yapılmalı. Deneyi bizim evde yapmayı planlıyoruz, tamamlandığında sonuçları paylaşırız. Güncelleme: Deneyi yaptık.
Güncelleme (10 Ocak 2012) [The willpower trick]:
Without exception, these “high delayers” all relied on the same mental strategy: they found a way to keep themselves from thinking about the treat, directing their gaze away from the yummy marshmallow. Some covered their eyes or played hide-and-seek underneath the desk. Others sang songs, or repeatedly tied their shoelaces, or pretended to take a nap. Their desire wasn’t defeated — it was merely forgotten.Başarı ile alakalı ilginç bir başka deney de: The power (and peril) of praising your kids
Emphasizing effort gives a child a variable that they can control,” she explains. “They come to see themselves as in control of their success. Emphasizing natural intelligence takes it out of the child’s control, and it provides no good recipe for responding to a failure.Aklımıza yeni deneyler geldikçe buraya ekleyelim:
* Yüksek bir yerden düşme refleksi
* Aynada kendini tanıma. Yaş grubu: birkaç aylık
* Empatiyi ölçme, farklı duyguları algılama
Monday, December 08, 2008
Lisans Eğitim Eleştirisi
1997 yılında tamamladığım üniversite lisans eğitimimden memnun değildim. Ders programı ağırdı, bilginin gerçekle bağlantısı eksikti ve bu sanki marifetmiş gibi böbürlenilirdi. Öğretim görevlilerinin azımsanmayacak bir kısmı eğitimin ne olduğundan habersiz, kendilerini geliştirmeyen ukala kişilerdi. Dönem sonlarında öğrencilere öğretim görevlilerini değerlendirmeleri için formlar verilirdi, ama eğer bunlar azıcık bile değerlendirmeye alınmış olsa epeyce bir öğretim görevlisi Darülaceze'ye gönderilirdi. Beğendiğim kişiler de vardı tabi: Orhan Kural (rahmetli oldu), Nevzat Özgüven, Kemal Özgören, Turgut Tümer ilk akla gelenler. Ama üniversitenin sorunları birkaç kahraman tarafından çözülemez, sistem bakışı gerekir.
Bölümü bitirirken tuhaf insanların sebebi belirsiz kurallarına göre oynamaktan, robot muamelesi görmekten sıkılmıştım. Üstelik de bunlar memleketin en iyi üniversitesi geçinen ODTÜ'de oluyordu. Diğer üniversitelerdeki durumu düşünmek beni endişelendiriyor.
iz r childrens lrnng?:
Aklıma takılan ve cevabını aradığım sorular:
* Üniversitelerin amacı nedir? Lisans eğitiminin üniversite camiasındaki öncelik derecesi nedir? Sanki çoğu üniversite, gençlerin enerjisini sömürüp problem yaratmalarını engellemek ve oyalanmalarını sağlamak amacına sahipmiş gibi davranıyor. Yani tonla alakasız bilgi, mümkün olan en sıkıcı biçimde sunuluyor ve sınavlar bu bilgileri geri istiyor.
* Ders programları ve içeriği nasıl belirlenir, ne zaman güncellenir? Öğrencilerin teknik gelişmelerinin yanısıra kendini ifade etme gibi temel sosyal becerileri ne derece göz önünde bulundurulur?
* Makale yazıp proje yapanlarla ders verenler neden aynı kişiler olmak zorunda? Özellikle lisans eğitimini makale uzmanlarına değil de eğitim uzmanlarına bırakmak gerekmez mi?
* Vergi mükellefinin parası ile finanse edilen üniversitelerin başarısı nasıl ölçülür, nasıl ölçülmelidir?
İnancım, doğru düzgün bir tasarımla üniversite eğitiminin çok daha eğlenceli, faydalı ve kısa hale getirilebileceğidir. En azından iyi öğrencilerin tercih ettiği yerlerde durum böyledir. Hatta abartayım, ilkokuldan üniversite sonuna kadarki bölümü 20 yıl yerine 10 yılda halletmek mümkündür.
CS OMG WTF?
Bölümü bitirirken tuhaf insanların sebebi belirsiz kurallarına göre oynamaktan, robot muamelesi görmekten sıkılmıştım. Üstelik de bunlar memleketin en iyi üniversitesi geçinen ODTÜ'de oluyordu. Diğer üniversitelerdeki durumu düşünmek beni endişelendiriyor.
iz r childrens lrnng?:
They [students] take three to five classes, each with separate sections and lab assignments, each with its own schedule of papers and readings and adults to suck up to... But on top of that most students go to activities and clubs, work an on- or off-campus job, party in the evenings, and try to maintain relationships. When you run the math, there just isn't enough time to care.
So students instead focus on doing what's required of them: just scraping by. Anything that won't impact their grade much is tossed and a desire to learn becomes a desire to pass. It's hard to imagine any sincere desire to learn surviving such a harried schedule.
Again, this is all something completely invisible to the professors. They spend their days worrying about tomorrow's lecture and are shocked when students don't do the same. But the students haven't had time: they've had two more classes and who knows how many assignments in the interim. And, anyway, they only picked this course because it filled a convenient hole in their schedule, they're not even sure what it's about.
Aklıma takılan ve cevabını aradığım sorular:
* Üniversitelerin amacı nedir? Lisans eğitiminin üniversite camiasındaki öncelik derecesi nedir? Sanki çoğu üniversite, gençlerin enerjisini sömürüp problem yaratmalarını engellemek ve oyalanmalarını sağlamak amacına sahipmiş gibi davranıyor. Yani tonla alakasız bilgi, mümkün olan en sıkıcı biçimde sunuluyor ve sınavlar bu bilgileri geri istiyor.
* Ders programları ve içeriği nasıl belirlenir, ne zaman güncellenir? Öğrencilerin teknik gelişmelerinin yanısıra kendini ifade etme gibi temel sosyal becerileri ne derece göz önünde bulundurulur?
* Makale yazıp proje yapanlarla ders verenler neden aynı kişiler olmak zorunda? Özellikle lisans eğitimini makale uzmanlarına değil de eğitim uzmanlarına bırakmak gerekmez mi?
* Vergi mükellefinin parası ile finanse edilen üniversitelerin başarısı nasıl ölçülür, nasıl ölçülmelidir?
İnancım, doğru düzgün bir tasarımla üniversite eğitiminin çok daha eğlenceli, faydalı ve kısa hale getirilebileceğidir. En azından iyi öğrencilerin tercih ettiği yerlerde durum böyledir. Hatta abartayım, ilkokuldan üniversite sonuna kadarki bölümü 20 yıl yerine 10 yılda halletmek mümkündür.
CS OMG WTF?
"...at state-funded Universities, professors live or die by the papers they publish in coordination with grad students. Their performance in the classroom counts for almost nothing, and most of them wouldn't teach at all except that they are required to by the state. Their funding comes from research projects (that the grad students do), and the more successful and widely-praised their projects are, the more money the professors get. Period."
Subscribe to:
Posts (Atom)