Geçen hafta Gücük'teydim. Yağmur bolluğu ve havanın serin olması nedeniyle geçen yılki kadar çiçek açmamıştı, örneğin kuşburnu çiçekleri ve gelincik tarlası henüz ortada yoktu.
Bu seferki ilginç hikayemizi Tahir Şimşek anlattı. Hikayeye kendisi bizzat şahit olmuş, o zaman ilkokuldaymış (1960'lar olmalı). Sisne köyüne afili bir çeşme yapılmış, açılışına vali gelmiş. Valiye bir isteği olup olmadığı sorulduğunda "bir ayran olsa içerdim" demiş. Sisne'de ayran yayık yayıldığında üstte kalan yağsız yoğurdun suyu olarak bilindiğinden köyde yayık yapmış biri bulunmaya çalışılmış ve evlerin kapısı çalınarak şu Çeçence dialog gerçekleşmiş:
- (eleman birinci eve sorar): Küür liisni ış? (yayık yaydınız mı siz?)
- (evden cevap): Tsı liisını (yaymadık)
- (aynı dialog tüm evlerle yaşandıktan sonra eleman sinirle söylenir): Vıy daa velyis i küür (vay yayığın babası ölüp kalsın)!
Neticede her evde yoğurt olmasına karşın henüz yayık yayma sezonu açılmadığı ve yoğurdu suyla karıştırmak kimsenin aklına gelmediği için valiye ayran ikram edilememiş, mahçup olunmuş.
İkinci hikayemiz daha önce de defalarca dinlediğim ve bloğa yazdığımı sandığım (ama yazmamış olduğumu gördüğüm) odun kırma teknolojisi (anlatan Koka halamın kızı Semiha Şimşek):
* Kafkasya'da ağaç parçalanmadan bütün halde yatay olarak sobaya/şömineye yerleştirilirmiş. Bu da evin kapısının kapanmamasına sebep olduğundan ev biraz serin olurmuş. Çeçence'de hala var olan bir deyiş "kapıları kapanıyor, onlara gidelim". Meali: Odunları yanarak kısaldığı için artık kapı kapanıyor, evleri sıcaktır, onlara misafirliğe gidelim. Çeçence'de kapıyı ifade eden kelime "nak"tır ve aynı zamanda deri anlamına gelir. Sanırım odunu kesmeme adeti kapıların tahtadan değil, deriden yapıldığı zamandan kalma.
* Gücük'te eskiden odun sadece o günlük yakacak ihtiyacı kadar kırılır, geri kalanı yağmurun, karın altında beklermiş. Çocukların her ikindi vakti görevi kırılacak odunu karın altından elleri dona dona çıkarmakmış. Çıkardıkları odunu evin büyüğü kırarmış. Kimsenin de aklına odunu önceden kırıp kuru yerde depolamak gelmezmiş. Semiha'nın babası ormancı olduğundan köye bu ileri teknolojiyi ilk o getirmiş (1960'lar). Komşulara siz de böyle yapsanıza dediklerinde "Öyle yaparsak odun çabuk biter. Tabi siz ormancısınız, odununuz bol" cevabını alırlarmış. Bu direnç nedeniyle köyün geri kalanı 1970'lerin sonuna kadar eziyetli yönteme devam etmiş. Benden birkaç yaş küçük olan hala oğlu Adnan bile o sıkıntılı işi yaptığını söyledi.
Ayran ve odun hikayelerine bakarak "Çeçenler de amma akılsızmış" denebilir. Bence durağan köy ortamında hayatı sürdürmek için geleneklerin ve alışkanlıkların yeterli olması nedeniyle aklı kullanma ihtiyacının olmaması, yoksulluk nedeniyle de farklı şeyler deneme imkanının kısıtlı olması sonucu köylüler beyinlerine idman yaptırmıyor. Kırk yılda bir farklı bir durum ortaya çıktığında (misal yayık sezonu dışında ayran istendiğinde) idmansız dimağların yaratıcı bir çözüm bulması elbette güç olacaktır. Tabi artık o durağan günler geride kaldı, hayat hergün daha hızlı değişiyor. Gelecekte bu tür hikayelerin kahramanları olmak istemeyenlere tavsiyem kafalarını çalıştıracak faaliyetlere yönelmeleridir.
Göksun'da Mustafa amcanın anlattığında göre memlekette tıbbi hizmet ciddi bir gelişme göstermiş, tıp turizmi başlamış. Örneğin artık Gaziantep'teki hastaların yarısı arap ülkelerindenmiş, en meşhur hastane Özel Sani Konukoğlu Hastanesi imiş.
Göksun'da sağ-sol gibi yön kelimelerine gerek duyulmaz, tek kelime ile yön belirtilir: şoorda (şurada). Örnek kullanım:
(Araba ile Göksun içinde dolaşmakta, ekmek alınacak yeri bulmaya çalışmaktayız)
Şamil (sürücü koltuğundadır): Anne ekmeği nereden alacağız, önceden söyle, ona göre durayım.
Resmiye (arka koltuktan seslenir): Ekmeği şoordan alacağız, orada dur.
Şamil: Şoora neresi yahu? Sağ mı sol mu?!
Resmiye: Şoorda dedik ya, ne laf anlamaz oğlanmışsın sen!
Şamil (mırıldanır): La havle vela kuvvete...
Music:
* Ezginin Günlüğü - Aşk Bitti
* Ezginin Günlüğü - Gemi
* Ahmet Kaya - Hep sonradan gelir aklım başıma
* Ahmet Kaya - Herkes kendi işine
Sunday, June 12, 2011
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment