Monday, December 08, 2008

Lisans Eğitim Eleştirisi

1997 yılında tamamladığım üniversite lisans eğitimimden memnun değildim. Ders programı ağırdı, bilginin gerçekle bağlantısı eksikti ve bu sanki marifetmiş gibi böbürlenilirdi. Öğretim görevlilerinin azımsanmayacak bir kısmı eğitimin ne olduğundan habersiz, kendilerini geliştirmeyen ukala kişilerdi. Dönem sonlarında öğrencilere öğretim görevlilerini değerlendirmeleri için formlar verilirdi, ama eğer bunlar azıcık bile değerlendirmeye alınmış olsa epeyce bir öğretim görevlisi Darülaceze'ye gönderilirdi. Beğendiğim kişiler de vardı tabi: Orhan Kural (rahmetli oldu), Nevzat Özgüven, Kemal Özgören, Turgut Tümer ilk akla gelenler. Ama üniversitenin sorunları birkaç kahraman tarafından çözülemez, sistem bakışı gerekir.

Bölümü bitirirken tuhaf insanların sebebi belirsiz kurallarına göre oynamaktan, robot muamelesi görmekten sıkılmıştım. Üstelik de bunlar memleketin en iyi üniversitesi geçinen ODTÜ'de oluyordu. Diğer üniversitelerdeki durumu düşünmek beni endişelendiriyor.

iz r childrens lrnng?:
They [students] take three to five classes, each with separate sections and lab assignments, each with its own schedule of papers and readings and adults to suck up to... But on top of that most students go to activities and clubs, work an on- or off-campus job, party in the evenings, and try to maintain relationships. When you run the math, there just isn't enough time to care.

So students instead focus on doing what's required of them: just scraping by. Anything that won't impact their grade much is tossed and a desire to learn becomes a desire to pass. It's hard to imagine any sincere desire to learn surviving such a harried schedule.

Again, this is all something completely invisible to the professors. They spend their days worrying about tomorrow's lecture and are shocked when students don't do the same. But the students haven't had time: they've had two more classes and who knows how many assignments in the interim. And, anyway, they only picked this course because it filled a convenient hole in their schedule, they're not even sure what it's about.

Aklıma takılan ve cevabını aradığım sorular:

* Üniversitelerin amacı nedir? Lisans eğitiminin üniversite camiasındaki öncelik derecesi nedir? Sanki çoğu üniversite, gençlerin enerjisini sömürüp problem yaratmalarını engellemek ve oyalanmalarını sağlamak amacına sahipmiş gibi davranıyor. Yani tonla alakasız bilgi, mümkün olan en sıkıcı biçimde sunuluyor ve sınavlar bu bilgileri geri istiyor.

* Ders programları ve içeriği nasıl belirlenir, ne zaman güncellenir? Öğrencilerin teknik gelişmelerinin yanısıra kendini ifade etme gibi temel sosyal becerileri ne derece göz önünde bulundurulur?

* Makale yazıp proje yapanlarla ders verenler neden aynı kişiler olmak zorunda? Özellikle lisans eğitimini makale uzmanlarına değil de eğitim uzmanlarına bırakmak gerekmez mi?

* Vergi mükellefinin parası ile finanse edilen üniversitelerin başarısı nasıl ölçülür, nasıl ölçülmelidir?

İnancım, doğru düzgün bir tasarımla üniversite eğitiminin çok daha eğlenceli, faydalı ve kısa hale getirilebileceğidir. En azından iyi öğrencilerin tercih ettiği yerlerde durum böyledir. Hatta abartayım, ilkokuldan üniversite sonuna kadarki bölümü 20 yıl yerine 10 yılda halletmek mümkündür.

CS OMG WTF?
"...at state-funded Universities, professors live or die by the papers they publish in coordination with grad students. Their performance in the classroom counts for almost nothing, and most of them wouldn't teach at all except that they are required to by the state. Their funding comes from research projects (that the grad students do), and the more successful and widely-praised their projects are, the more money the professors get. Period."

No comments: