Geçen Nesij'le akademik camia ve akademik yayın üzerine sohbet ediyorduk. Anladığım kadarı ile iki yaklaşım var:
* Az ama kaliteli yayın
* Çok ama daha "düşük kaliteli" yayın
Umut'tan öğrendiğime göre kaliteli bir yayını da alt parçalara bölerek yayın sayısını arttırmak mümkün. Camianın kullandığı terim hoşuma gitti: Least Publishable Unit, diğer adı ile Minimum Publishable Unit (MPU). MPU bilimsel bir dergide yayına yol açabilecek en az içeriği tanımlayan bir espiri.
Bazı üniversiteler kaliteden çok yayın sayısına bakarken, diğerleri sayıdan ziyade kaliteye bakıyormuş. O nedenle de akademik kariyerini sürdürmek istediğin yerin ne beklediğini bilmek kritik öneme haiz. Diyelim sen kaliteye önem verdin ve doğal olarak çok zahmetle az yayın yaptın. Ama eğer çalışmak istediğin yer sayıya göre eleman alıyorsa verimsiz çalışmış ve boşa kasmışsın demektir. Üniversitenin kriterini öğrenmek için sanırım tek çare oradaki akademik kadronun yayın geçmişine bakmaktır çünkü doğrudan dekana soracak olsan "tabi ki kaliteye önem veriyoruz" diyecektir.
music:
* Belle & Sebastian - I Want The World To Stop
* The Hooters - Johnny B
Sunday, January 23, 2011
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
3 comments:
Türkiye'de az ama kaliteli yayın yapılsın diyen bir kurum var mıdır? Ben bilmiyorum, açıkçası pek olduğunu da sanmıyorum. Herkes yayın sayısını arttırmak istiyor.
Burada sorun düşük kaliteli yayınların bilimsel bilgiye bir şeyler katmaması. Kalitesi düşük yayınlar pek okunmuyor. Okunsa bile ikna edici olmuyor. Ama bir yerlerden de başlamak gerekiyor. Düşük kalitede yayın yapanın hiç yayın yapmayana göre bir kalitesi (becerisi) oluyor esasında.
Ben son zamanlara kadar az olsun kaliteli olsun yaklaşımında idim. Ama bu şekilde pek bir iş bulamayacağımı anladığım için stratejimi orta kaliteli ama nispeten daha çok yayına çevirdim.
Esasında yayın sayısına bakmak o kadar da kötü bir fikir değil. "Kaliteye önem verdiğim için çok yayın yapamadım" diyen bir insanı nasıl değerlendireceğiz? Arada sırada çok kaliteli yayın yapan bir kişi, acaba hep çalışıyor da arada sırada kaliteli bir yayın mı çıkıyor, yoksa arada sırada çalışıyor da bunlar da kaliteli bir yayına dönüşüyor.
Biz memlekette saymayı pek severiz bilirsiniz. Aman efendim öyle yayın kalitesi ölçmek felan da neymiş. 3 SCI Expanded 1 Doçentlik eder. Ama sakın bir tanesini kendi başınıza yazmayı ihmal etmeyin.
Öte yandan Nart'a katılıyorum. Bu kalite işi de ayrı bir felsefi tartışma, bir blog yazısı konusu. Ben en çok doğru adama ulaşan yayını seviyorum ama benim gibi disiplinler arası iş yapan adamlar bu durumda çuvallıyor. Indexler daha çok alana özel dergilerle dolu. Neyse bu işin tartışması uzar gider. Yapmalı, yazmalı, yayınlamalı. Conferans olur, dergi olur kitap olur. Halik bilmezse, malik bilir.
Bu blog post vesilesi ile ben de bir iki satır bu akademik yayın konusunda düşündüklerimden karalayayım efendim:
1- Sayı önemli. Hem kurumlar, hem de kişiler açısından, bir "yayın sayısını arttırma" çılgınlığıdır almış başını gitmekte. Gitsin! Umut'un dediği gibi, yazılsın yapılsın. Eyvallah! Fakat gel benim yaptığım işe senin adını da yazalım. Gel senin işe benim adımı da yazalım. Win-win! Bu nedir arkadaşım?
2- Yayın yapma konusunda da network önemlidir. Mesela bir konuda çalıştınız. "Kaliteli" bir iş çıkardınız diyelim. Yanına tanınan, bilinen bir isim yazmadını mı, zor yayınlanır o. Zira değerlendirme ekibinde adınızı bilen yoktur.
3- Kaliteli araştırma yapabilmek bir akademsyen için performans göstergesi. Pek çok farklı bilgiyi, beceriyi ve tabi tecrübeyi gerektiren bir iş. Ancak sanki hemen oluverecek bir iş gibi bakılıyor buna. Master yapan, doktora yapan bu işi default yapabilir sanki. Ha deyince yapamaz. Destek lazım. Her anlamda... Araştırma konusundaki maddi desteği bir kenara koyuyorum. Performans destek sistemleri tasarlanmalı diyorum.
Post a Comment