Saturday, December 25, 2010

Hastaneler ve doktolar üzerine

Hastaneye hepimiz gitmiş ve çaresizlik/öfke karışımı hisler yaşamışızdır. Sorunların bir bölümü ciddi yatırımlar gerektiren şeyler. Ancak bir kısmının maddiyatla ilgisi yok, sadece birazcık akıl yürütme lazım. Örnek: Sabahın köründe KBB muayenesi olmak için hastaneye gidersin. Kenarda oturup beklerken bazılarının bir kağıda isim yazdığını görürsün. Etraftakilere sorarsın, bu buruşmuş kağıdın hasta muayene sırası olarak kullanılacağını öğrenir, kendini 53. kişi olarak eklersin. İki saat bekledikten sonra muayenehane kapısı açılır ve sadece ilk 50 kişinin muayene edileceği söylenir. Hasta halinle söylene söylene oradan ayrılırsın. Bir de yeni adet çıkmış, biraz ciddi bir tetkik yapılacaksa "bana herşey açıkça anlatıldı, riskleri göze alıyorum" yazan kağıdı imzalamazsan işlemin yapılmıyor.

Bence en kolay ve en büyük faydayı sağlayacak uygulama hastalara hastaneye ayak bastıkları anda önlerindeki süreci anlatan (nereye başvurulacak, tetkikler ne kadar sürecek vb.) bir kağıt verilmesi. Ek olarak hazırla bir bilgilendirici sunuş, koy bekleme salonuna monitör, sunuş orada izlensin. Buna benzer şeylerin neden yapılmadığını anlamıyorum. Hastanelerin kralları olan doktorlar memleketin en yüksek puanlı okullarından mezun olduklarına göre konu zeka eksikliği olamaz. Doktorların onda biri bile hastanelerin işleyişi ile ilgilenseler hastanelerin çiçek gibi olması gerekir. Bu kurumsal aldırmazlık nasıl oluşmuş? İyileştirme önerisinde bulunan, insiyatif alan doktorlar üstleri tarafından cezalandırılıyorlar mı?

Ahlak anlayışım gereği eğitim görmüş, göreli olarak rahat yaşayan insanların onlar kadar şanslı olmayanlara karşı sorumlulukları olduğuna inanırım. Memleketimizde bu sorumluluk daha ziyade karşıdakinin ihtiyacını/hassasiyetini anlamadan akıl vermek, çözüm dayatmak biçiminde tezahür ediyor. Hastanelerdeki durum doktorların entellektüel potansiyeli ile karşılaştırıldığında bana ahlaksızlık gibi görünüyor. Sınır Tanımayan Doktorlar'ın Türkiye'de ofisi olmaması da bu inancımı güçlendiriyor.

Bu konuda bilgisi olan varsa beni aydınlatsın.

Ümit verici bir örnek: Türkiye'den Doktor Geldi

Sevdiğim bir doktor örneği: Hastalarımdan Öğrendiklerim

music:
* Bob Dylan - Knockin' on Heaven's Door
* Dire Straits - Sultan's of Swing
* Dire Straits - Brothers in Arms

1 comment:

Nart Bedin Atalay said...

Bir hastaneyi hastane yapan içindeki doktorların bilgisi değil, bütün kurumun bir organizasyon içinde çalışması.

Doktorlar hastane işinin bir parçası. Doktorlar ne kadar bilgili ne kadar çok hasta görmüş olursa olsun, hemşiresinden hasta bakıcısına temizlik görevlisine kadar organizasyon yoksa iyileşmek eziyete dönüyor.

O nedenle eğer mümkünse telefonla randevu ile gidilebilen, verdiğin kan örneğini eline tutuşturmayan, bir şikayet konusunu (hiç olmazsa) dinleyen hastanelere gitmeye çabalıyorum. Bunlar da genellikle özel hastaneler oluyorlar. Belki doktorları devlettekiler kadar iyi olmayabilir ama bir hastane olarak daha iyiler.

Neticede özel hastanelerin başarabildiği bir şeyi devlet hastanelerinin başaramaması dediğin gibi sahipsizlik konusunda yatıyor.

Peki, okuduğun, çalıştığın kurumlardan hangisini sahiplendiğin diye soracak olursan aklıma bir isim gelmiyor. Bir şeyleri sahiplenip iyiye gitmesi için çalışanların hep yorulduklarını ve en sonunda kendlerini kişisel tartışmaların içinde bulduklarını gördüm.

Kurumların işleyişi demokratik olmadığından yapılan eleştiri hep kişisel alınıyor. (Daha aksini görmedim) kurumun başındaki otoritenin yetkileri genellikle o kişiyi o kurumun prensi haline getiriyor. Bir de bunun üstüne baştaki kişinin sürekli değişmesi (örn. dekanın görev süresi, yenilenmezse, 2 sene) çalışanlarda memur zihniyeti stratejisini benimsemekten başka bir şeye zorlamıyor.

Memur zihniyeti, yükselmenin başarıya değil tanıdığa bağlı olduğu, işleyişinde söz hakkının olmadığı, patronun arzularının-isteklerinin sürekli değiştiği, kimsenin işinin içeriğini kontrol etmediği bir kurumda, başarısını kanıtlamış bir çalışma stratejisi diye düşünüyorum.