Sık sık “x mevzusunu bir ara araştırmalı. Neyse, şimdi işim var, sonra...” diye o anki işimle doğrudan alakalı olmayan ama mühendislikle ve uzun vade ile yakından alakalı şeyler aklıma gelir. Bunları not ederim, fakat konuyla ilgilenmem birkaç yılı bulabiliyor. En iyi çare o tür işleri yarızamanlı çalışanlara vermek. Yarızamanlılar genellikle Üniversite son sınıf öğrencisidir, derslerden arta kalan zamanda işe gelir (genellikle haftada 1.5 gündür). Örneğin şu an bir tanesi MATLAB’deki kosinüs algoritmasını incelemekte ve hata analizlerini yapmakta.
Üniversite mezunlarının sudan çıkmış balık sıkıntısını yaşamamaları için yarızamanlılık mefhumunu daha yaygın hale getirmek lazım. Çünkü yarızamanlı çalışarak başka türlü edinemeyeceğiniz deneyimleri iş işten geçmeden edinebilirsiniz.
Görebildiğim iki engel var: Birincisi üniversitelerdeki müfredatın ağır olması, öğrenciye vakit bırakmaması. İkincisi ise işyerlerinde yarızamanlılık alışkanlığının oturmamış olması.
Üniversiteler ana amaçları olan yetkin bireyler yetiştirmede yarızamanlılığın önemini görmeli ve her dönem iki günü boş bırakacak sade bir müfredat hazırlamalı. İşyerleri de yarızamanlılara verebilecekleri iş listeleri tutmalı ve onlarla günde yarım saat de olsa ilgilenecek teknik kişiler atamalı. Akıllı öğrenciler yarızamanlı çalışarak tecrübe kazanabilir, işe yarayabilirler. İşyerleri hem zaman bulamadıkları araştırma türü işleri yaptırabilir hem de gelecekte alacakları adayları daha iyi seçme olanağı bulur. Ucuz işgücü de cabası...
Bana kalsa bu sistemi ortaokuldan başlatırım çünkü kafası çalışan ortaokul öğrencisine dahi verebileceğim işler var. Tabi üniversite öğrencisine göre işleri tamamlamaları daha uzun sürer ama yeterli vakit ve ilgi ile üstesinden gelebilirler. Bu esnada mühendislik nedir, araştırma nasıl yapılır, İngilizce neden önemlidir, bilgisayar nasıl pratik kullanılır, rapor nasıl yazılır konularında paha biçilmez dersler edinirler. En önemlisi de okul denen suni, sıkıcı ortamdan sıyrılıp gerçekten öğrenmenin neye benzediğini görürler.
İlham için bkz. What You'll Wish You'd Known
Monday, March 02, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
7 comments:
Üniversite öğrencilerinin "hayata intibakını" kolaylaştıracak bu teklife karşı çıkmak mümkün değil. Ancak bazı ülkelerde olduğu gibi, zaman içinde fırsatçı şirketlerin yarızamanlı çalışanları gönüllü köle gibi görmelerini ve bu doğrultuda uygulamalara gitmelerini engellemek de gerekiyor. Üniversite öğrencileri özelinde, örneğin ODTÜ Kariyer Planlama Merkezi (KPM) gibi yapılardan yararlanmak önerilebilir (muhtemelen şu anda bu bir ölçüde yapılıyordur da). KPM, öğrencileri geliştirme amacına aracılık eder ve yarızamanlı işgücü ihtiyacı olan kurumlarla öğrencileri buluştururken bir yandan da öğrencilerin haklarını koruyup çakal şirketleri caydırabilir, yer yer yarızamanlı sendika gibi davranabilir.
Ama tabii her sosyal meselede olduğu gibi burada da potansiyel bir eşitlik sorunu var. Birisi çıkıp şunu söyleyebilir: "Kurumlarıyla birlikte iyi çalışan bu tür bir mekanizma vasıfsız işçilerin bu tür işlerde çalışıp vasıf kazanmalarına ve ekonomiye katkı yapmalarına engel olur. Üniversite öğrencisi zaten zamanla kendini geliştirecektir. 100 üzerinden 70'lik adamın 80'e çıkmasındansa 10'luk adamın 30'a çıkması ekonominin geneli, gelir dağılımı, iş barışı vb. açılardan yeğdir." (Şeytanın avukatı perspektifi)
"Üniversite öğrencisi zamanla zaten kendini geliştirir" önermesi doğru olsaydı şu an Mars'tan bildiriyor olurdum(!)
"Vasıfsız işçilerin vasıf kazanmalarına engel olur" konusunu biraz açabilir miyiz? Neden engel olsun?
Kastım incremental ilerleme idi. Üniversite öğrencisini zamanla 70+n’e, (n>0) çıkar demek istedim. Biraz olsun, öğrenmeyi öğrenmiştir adam.
İkincisini de "... vasıf kazanmalarını engeller, zorlaştırır" anlamında söyledim. Yarı zamanlı işlerin tamamını üniversite öğrencilerine verirsek vasıfsız işçilerin kronik işsizlerden oluşan ve “cehaletin kitabını yazan” yığınlara dönüşümüne dolaylı olarak katkı yaptığımız düşünülebilir. Özetle: pastanın ebadı sabit ise, aldığım dilimin büyüklüğüne göre seni aç bıraktığım düşünülebilir. Ortada yenmeyen dilim kalıyorsa bu sistemin verimsizliğidir ama bütün pasta yendiği halde aç kalanlar oluyorsa bu da hayvanlıktır.
Yarı zamanlı işlerden kastım ortalığı süpürmek gibi vasıfsız şeyler değil. Keskin bir zeka ve doymak bilmez bir öğrenme azmi isteyen şeyler. O özellikler de cehaletin kitabını yazanlarda mevcut değil. Velhasıl, kaygıya mahal yok.
Buranın lisans düzey eğitim kalitesini (Almanya ile karşılaştırınca) beğenmesem de bir hayli takdir ettiğim bir uygulama var: Üniversite öğrencileri eğitimlerinin son yılını neredeyse tamamen laboratuvarda çalışarak geçiriyorlar. Güz ve kış dönemlerinde iki farklı projede çalışıyorlar. Bu bir nevi yarı zamanlı işlere benzetilebilir, zira onlara konu olarak verilen çalışmalar sadece laf olsun diye değil, bölümde süre giden projelerin bir kısmı oluyor. Mevzuları sadece kitaptan değil bir fiil labda kullanarak öğrenmek ayrı bir deneyim...
Burada önemli olan o praksis'in ne düzeyde ciddiye alındığı ve hayata geçirildiği. Türkiye'de (en azından ODTÜ'de böyle) Petrol Mühendislerini lisansta okurken sahaya gönderiyorlar ama birincisi bundan kaçmak isteyen öğrenci kaçabiliyor, ikincisi de gittikten sonra neyi ve ne kadar öğreneceği büyük oranda kendisine kalıyor. Bu tür stajlar çoğu "öğretici" mühendis için de angarya olduğu için onlar da savsaklıyor. Yaygın kanıya göre, o adamın iyi yetişmesi yalnızca kendisinin "parayı vurması" sonucunu doğuracağı ama memleketin geneline ya da ilim-irfan camiasına bir faydası olmayacağı için "bana ne"cilik egemen.
Bir dönem gibi uzunca bir süre uygulamalı olarak ve gerçekten iş yapan bir kurumda/birimde çalışmak, ancak oradaki insanlar bunu ciddiye alıyor ve yasak savmak için yapmıyorlarsa verimli olur gibi geliyor bana. Sizin ortamlarda bu sistemin işe yaraması insanlardan.
Düşündürüyor: bizim memlekette neredeyse bütün sorunların temelinde yatan ortak sorunlardan biri herhalde şu: bu mekanizmayı kurmak gerekir mi? (evet), kurabilir miyiz? (belki), kurarsak uzun süre doğru-düzgün işletebilir miyiz? (hayır). Sistem bu soru silsilesinin değişik adımlarında tıkanabiliyor ama sonuç hep aynı. İş çıkmıyor.
Bilgilendirme olması açısından, öğrenciler dönem sonrası ufak tezcikler hazırlıyorlar ve bu tezlerden sözlü sınav ediliyorlar. Bu sınavlar da Üniversite dışarısında çağırılan kişilerin gözlemi altında oluyor (external şahıslar soru sormuyor, sınavı gözetleyip sınavı yapan kişiden bağımsız notlama yapıyor. Sınav sonrasında sınavı yapan ve harici kişi aynı kanıya varmışlar mı bakılıyor. Eğer varılmamış ve notta anlaşılamaz ise 3. bir kişiye başvuruluyor). Olay bu şekil olunca, 'external' kişi sınav sırasında sadece öğrencinin performansını değil aynı zamanda öğrenciye verilen konunun akıl sağlığına uygunluğunu da tetkik ediyor. Mevzuatın bu şekil gelişeceğini bilmek iki fayda sağlıyor: (i) öğrenci safsakla(ya)mıyor zira alacağı not akademik ortalamayı sarsabilir (kredi puanı yüksek bu çalışmaların), (ii) tarafsız bir bilir kişi sadece öğrencinin performasını değil aynı zamanda çalışma konusunu da dolaylı olarak irdelendiğinden laf olsun diye konu vermek mümkün ol(a)mu(ı)yor (prestij heryerde olduğu gibi burada da önemli).
Velhasıl adı yarı zamanlı ya da başka bir hadise olsa da bence de öğrencileri iliklerinden silkeleyen (yaban tavrı ile hayata hazırlayan) bu tür işler önemli. TR'de staj kavramı olsa da bura ile TR'nin farkı adam akıllı kontrol. Pohpohlanmak adına, sınıf arkadaşlarım tarafından niyeki diye nitelense de, Ağustos ayının 40 dereceli sıcağında Adana'da 'bakteriyel gen transfer metodları' adı altında bir staj yaptım (daha da böbürlenerek, orada öğrendiğim tekniklerin bir kısmını burada halen kullanıyorum). Ancak staj sonu hazırladığım tezciğe ne kimse not verdi, ne de safsaklamış oldukları biline kişilere laf edildi. E mevzu bu şekil olunca herkes aynı kefede değerlendirilmiş oluyor. Olan bizim eğitim kalitesine oluyor (burada adam olan kendini belli edecektir diyerek sıvışmak istemiyorum, zira adam akıllı eğitim ve kontrol ile pek çok kişi hayata kazandırılabilir).
Muhabbetle...
Post a Comment