Thursday, November 20, 2008

Bir kitap daha

Sabah servisinde kitap okuma işi sayesinde 15 günde 300 sayfa devirir hale geldiğimden eldeki kitap stoku nihayet erimeye başladı, hatta amazon.com'a yeni sipariş bile geçtim. Darısı sıradaki kitaplarımın başına...

Bugünkü kitabımızın adı History Lessons: How Textbooks Around The World Portray U.S. History. Konu Amerikan tarihi ancak asıl ilginç olan Amerikan tarihinin başka ülkelerin (misal Kuzey Kore, İran) resmi tarih kitaplarında nasıl anlatıldığı! Tarih yazımının ne kadar kaypak bir zemin, ne kadar propaganda dolu olduğunu görmek için iyi bir fırsat oldu. Bizim tarih kitaplarımızda anlatılan olayların örneğin Suriye, Irak, Yunanistan ve Ermenistan müfredatında nasıl ele alındığını bilmek isterdim. Kitap fikri arayan yayıncılara duyrulur(!)

Kitabın diğer faydası farklı ülkelerin farklı konulara önem vermesi nedeniyle olaylara siyah-beyazdan daha zengin tonlarda ve bütünsel bakmanın, mevzuların sebep-sonuç ilişkilerini anlamanın mümkün hale gelmesi.

[p.xvii] One way to begin to understand ... societies and their diversity is to look at their history, how time has formed them and made them who they are. History, then, is one possible avenue toward better understanding.

[p.267] [North Korean Junior High School text] The American bastards look down upon Chosun People. As the saying goes wolf-dogs should be conquered with clubs, we should show to those ignorant invaders what our true color is.

[p.377] [French text] Despite the UN, NGOs like Doctors Without Borders and Catholic Charities, and innumerable treaties signed between states, the law of the jungle prevails.

3 comments:

Rahmi Lale said...

Misal bugün şu yazıyı okudum. Multi-University Research Teams: Shifting Impact, Geography, and Stratification in Science. Makale mesajı içermek adına görevini yerine getirse de bilimsel gelişmenin öncelikle bölgesel olarak başladığını vurgulamak için aşağıdaki paragrafla başlıyor yazıya:

"In May 1845, Samuel F. B. Morse telegraphed the first electronic message, "What hath God wrought?" from Washington, DC, to Baltimore and declared an end to "the tyranny of distance." Yet, in the 150 years since Morse's breakthrough, the production of science has had a reputation for geographic localization. Early 20th-century German universities singularly led in chemistry and physics, creating the first commercial dyes and nuclear and rocket programs. Silicon Valley became a renowned incubator for excellence in technology, and the University of Chicago has been a persistent center for Nobel Prize winners in economics."

Raslantı bu ya şu an okuduğum kitap, The Scock Docrtine tam olarak Chicago Ekonomi Okulu temelli elemanların ne haltlar ettiğini, özellikle Friedman tarafından, kaleme alıyor. Velhasıl objektif yaklaşım ele alınmadığı takdirde bu okuldan elemanların Nobel ödüllü alması tarihsel olarak bir başarı göstergesi olarak nitelendirilse de, gerçek hayat uygulamaları tamamen rezaletle sonuçlanmış. Velhasıl tarih hakikaten önemli ve özellikle mevzuata hangi açıdan bakıldığı (Bu ekonomi Nobeli mevzusu da sanırım ayrı bir muamma, benim gözümde seviyesiz zibil elemanın bu ödülü almış olması pek çok soru doğuruyor saygınlığa ilişkin. Nesijim yorum alalım senden?).

Bu arada anlaşıldığı üzere tezden kafayı kaldırmış olmaktan kelli geyiğin gözüne vurup yorum alanına ne kadar yazılmamalıya örnek olması adına ahanda halen devam ediyorum.

Hajim şu kalem scanner olayına girdin mi, ya da ahalini diğer mensupları bu alanda bir gelişme var mı? Halen kağıda kalemle çizik atma aşamasındayız, şu çağımızda.

Muhabbetle...

Nesij said...

Akademik gelişimin coğrafî temelli olması argümanına kısmen katılıyorum. Bir takım beyinler vardır ki, akademik ilerlemeye görece fazla katkı yaparlar. Nobel ödülü alanlardan ziyade, belirli araştırma akımlarının öncüleri ve odaklarıdır bu elemanlar. (Nobel almayla bir araştırma akımında öncü olmanın korelasyonunu bilemiyorum; bu konuda şu an için bir iddiam/görüşüm yok.) Bu elemanların (örneğin dilbilim’de Chomsky ve şürekâsı) ilgisi nerelere yönelirse ve zamanları nerelerde geçerse oralar birer vaha haline gelir. Ancak bence bu vahalar fiziksel olmak zorunda değildir; sanal ya da yayınsal ortamlar da olabilir. Örneğin, Norveç'teki bir “hütta”ya kapanıp sürekli ve kaliteli iş çıkaran araştırmacı da bir “nexus” olma potansiyeline sahiptir bence. Bunun zorluğunun nedenleri ise insanî ve ortamî olmak üzere iki türlüdür. İnsanî: insanlarin çoğu hâlâ yüz yüze muhabbet, empati, tartışma, etkileşim, mimik, benden dili, ve elbette aynı odada çay-kahve ve Hanuta tüketimi severler/isterler. Bu ortamlarda fikir gelişimi güzel olur, keyif verir. Bundan gayrı ortamlar –genel olarak– insanı kasar, verimi düşürür (bu durumun istisnası olan insanlar olduğu gibi bu kurala uyan insanların da zaman zaman yalnız kalıp bir şeylere odaklanması gerektiğini biliyorum; ben genel yaşama ve çalışma düzeninden bahsediyorum). Ortamî: ortamların çoğu da henüz kendilerini kullanan insanlara çok boyutlu ve yeterince akıcı, tatmin edici biçimlerde etkileşim imkânları sağlayamıyorlar. Video konferansın ve sanal sınıfın daha gidecek yolu var bence. Star Wars’un galaksi çapında toplantı imkânı veren holografik Sykpe’ına ise epeyce var. Buna rağmen, sosyal bilimler sanırım laboratuvar deneyi ihtiyacının azlığı nedeniyle bu konuda öncü durumda. Zaman dilimi, dil ve kültür (genel yaşam kültürü ve bilimsel ekol/yaklaşım) farkı, fiziksel mesafeden daha etkili ayraçlar olduğu halde bunları aşıp verimli biçimde çok paydaşlı proje yürüten, sonuçlandıran epeyce sosyal bilimci var. Hatta durum o hale gelmiş ki, bir makale konusu yakalayan kurnaz sosyal bilimci “araştırmayı nasıl kurgulayabilir ve makaleyi gurur duyacağım şekilde bitirebilirim?”den ziyade “hangi dergiyi hedef alabilirim ve süratle oraya varmak (=en kısa zamanda o dergide yayınlanacak bir makaleyi tamamlamak) için projeme kimleri dahil edebilirim/etmeliyim?” diye düşünüyor. Bu bakış açısından bakılınca fiziksel uzaklık o kadar da önemli olmuyor. (Dikkatli okuyucunun fark edeceği gibi, “Bilime nasıl daha büyük ve etkili bir katkı yapabilirim?” gibi bir soru ise introduction ve discussion bölümlerinde makaleyi “satmak” için kullanılacak argümanlara indirgenmiş durumda olduğundan, makaleyi yazarken ilk sorulan soru olmuyor.)

Son olarak belirteyim ki Uzzi bizim ortamlarin adamidir. Sosyal sermaye (her ne kadar kulağı tırmalıyorsa da “social capital”ın karşılığı bu) ve ağlar konularında yazdıklarından kısmen haberdarız. Kendisini okur, alintilar, severiz. Herkese selam ederiz.

Samil Korkmaz said...

Vallahi bana yazacak kelam bırakmamışsınız. Comment satırı Nobel ödülü için sizi aday göstereceğim, yeminlen söylüyom!

Kalem scanner işi ise raflarda tozlanıyor...